Gelişen teknoloji ile birlikte yaygınlaşan sosyal medya kullanımı ve çeşitlenen pazarlama stratejileri günümüz insanlarını tamamıyla bir marka bağımlısı haline getirmiştir. Türkiye’de 82 milyonu geçen ülke nüfusunun 54,3 milyonu İnternet kullanmaktadır. Aktif sosyal medya kullanıcı sayısı 51 milyona ulaşmıştır. Cep telefonu kullanıcı sayısı toplam 59 milyon ile nüfusun %73’üne ulaşmıştır.
Sosyal medyayı mobilden kullanan kişi sayısı 44 milyonu bulurken Türkiye’de herhangi bir cihazla internette geçirilen toplam süre 7 saat, sosyal medyada geçirilen süre ise 2,5 saattir. İnternetten alışveriş yapan kişi sayısı ise 31,7 milyon olmuştur. Hal böyleyken interneti yöneten Google ve Facebook’un -ki Instagram ve Whatsapp da Facebook’un kurucusuna aittir- reklamları ile insanların algılarını yönlendirmesi kaçınılmaz oluyor. Sosyal medya ile sürekli birbiri ile iletişimde olan insanlar paylaşımlarının büyük bir bölümünde neler giyindiğini, hangi restorandan yemek yediğini, hangi arabayı, saati ve telefonu kullandığını göstermek için kullanıyorlar. Direkt olarak algı operasyonu yapan instagram ,facebook gibi uygulamalar marka bağımlılığının kaçınılmaz sonu oluyor.
90’lı yıllarda Türk markalarına duyulan yüksek güvenin 2020'ye girmeye hazırlandığımız bu zamanda tamamıyla kaybolduğunu görebiliriz. Önceden ‘Türk Malı’ veya ‘TSE’ damgası gördüğümüz ürünleri gözü kapalı kullanırken şimdi gözümüzü hiç yerli ürünlere çevirmiyoruz. Gıda sektörü olarak değerlendirdiğimizde de zaten bütün yüksek standartlı ürünlerin yurt dışına gönderildiğini söylemek yanlış olmaz. Eskiden, zengin veya ünlü olarak tanımladığımız kişiler yurt dışına giderek ünlü markaların yeni koleksiyonları ile valizlerini doldurup gelirlerdi. Şimdi ise bütün bu markalar ülke pazarımıza girmiş durumda ve sahip olunması bir o kadar kolay.
Günümüz insanlarının markalara olan bağımlılığı birçok başlık altında açıklanabilir.
Pahalı ve luxury olarak nitelendirildiğimiz markaların ürünlerini kullananlar zengin ve varlıklı kişiler olmuşlardır. Bunun bilinci ile yaşamanı sürdüren orta ve az gelirli insanların zihnine yerleşen ve algılarında var olan tek düşünce zengin insanların sahip olduğu bu markalardan alabilmek ve onlar gibi görünmektir. Bu pahalı ve lüks ürünlerin kendilerinde olması onlara büyük prestij katacak ve daha değerli ve cool hissettirecektir.
‘Başkasında var bende neden yok?’ sorusunu kendine soran insanlar genellikle kendini diğerlerinden aşağı gören ve bu açığı kapatmak, eşit seviyeye gelmek için diğer kişilerle aynı ürünlere sahip olmak isterler. Çünkü o markaları alan ve kullanan kişiler toplumda daha kaliteli, elit ve sosyal statü sahibi olarak yer alır(!) Satın aldığımız ürünler ile toplumun beğenisini kazanmak bizi marka bağımlısı olmaya iter.
Doğrudan markanın yarattığı marka bağımlılığının en önemli sebeplerinden biri indirim kuponlarıdır. 100 liralık bir alışverişten sonra diğer alışverişte kullanılmak üzere verilen 30 liralık indirim kuponu alıcının markaya tekrar ilgi göstermesinin en güçlü sebebidir. Bu 30 liralık kuponu kullanmak içinse en az 200 liralık alışveriş yapmanızı isterler. Kahve ve sinema için uygulanan indirim kuponu sistemi de bundan farklı değildir. 10 kez sinemaya gelirseniz 1 kez bedava hak kazanırsınız derler ve aslında yılda toplam 7 kez sinemaya gidecekken 10 kez gitme hedefine odaklanıp 1 bedava hakkınızı alıp mutlu olursunuz. Bu döngü böyle sürüp gider ve farkına bile varmadan bağımlı hale gelirsiniz.
Tüketici memnuniyeti ve bağlılığını sağlamak isteyen markaların ilk hedefi kaliteli ürün üretmekti. Kaliteli ürün üretmek markalaşmada önemli bir adım olsa da üreticiyi kısır döngüye sokmaya başlar ve satışların düşmesine neden olabilir. Bunu fark eden zamane markaları tüketimin devamlılığını sağlamak için garanti kapsamı boyunca sağlam kalacak ürünler üretmeye başladılar. Ürünlerin ömürlerini kendi isteklerine göre Ar-ge testleri ile kolayca ayarlayabiliyorlar. Yakın geçmişten örnek verecek olursak Apple yeni güncellemeleri ile pil ömrünü kısalttığını ve bu duruma üzülüp süreci biraz yavaşlattıklarını kabul etti.
Teknolojinin müthiş bir hızla ilerlediği bu çağda hiçbir şeyin garantisi yoktur. Telefon piyasasında Nokia gibi bir devin başına gelenler bunun en açık örneğidir. Kaliteye odaklanarak ürün üreten ve bu sektörde öncü markalardan olan Nokia; şu anda kaybolup gitmiştir ve bu bütün markaların başına gelebilir.Çünkü seçenekler hızla artıyor.Kendini bu konuda garantiye almak isteyen markalar ise artık ürünlerini müşteriye bir süreliğine kiralamayı tercih ediyor. Örneğin BMW ve Mercedes. Bu markalar belirlenen koşullarda imzalanan kontrata göre müşteriye ürünü kiralıyor ve anlaşmaya göre bir veya iki yıl sonra bir üst versiyona geçiriyorlar. Marka bir nevi müşteriyi garanti altına almış oluyor. Öncesinde yüklü miktar para ile sahip olduğumuz ürünlere yeni sistem ile az az ödeyerek hiç sahip olamıyoruz.